Tuesday 20 October 2015

Kınamanın Tarihi

Baştan söyleyeyim, ben de bilmiyorum kınamanın tarihini. Zaten bu yazının amacı da kınamanın tarihi değil başlık her ne kadar o olduğunu söylüyor olsa da.

Kınamak, bana, müthiş derecede boş bir yaklaşım gibi geliyor, arkası çözüme yönelik bir faaliyet, bir çaba ile doldurulmazsa.

Ne demek peki "çözüme yönelik bir faaliyet, bir çaba"?

En basiti ile kınamak ya da daha popüler haliyle "lanetlemek" dediğimiz olgu yanlış yapılan bir davranış karşısında verilen en kolay ve hızlı ve basit tepkidir. Aslında çok da basit değildir. Kınadığımız kişiyi, olguyu en kötü davranışı yapan katergorisine indiririz. Alçak görürüz. Yanlış olduğunu belirtiriz.

İlk ve orta öğrenim hayatımız boyunca kimi arkadaşlarımızın ya da kendimizin "kınama cezası" aldığımız olmuştur. Bir çocuğun başına geldiğinde, o çocuk bu hatasını anlayıp daha sonra tekrarlamama davranışı içine girebilir. Bir nevi "kötü çocuk" olarak kayda geçirilir. İlerideki hayatımız için çok da kabul edilebilecek birşey değildir bu durum. Nispeten önümüze gelir de ilerleyen yıllarda bu kınama cezası. Kimi durumda istediğimiz bir kamu kurumundaki işe girmemize engel dahi olabilir. Biliriz yani kötü birşey olduğunu.

Yetişkinlerde ise durum biraz daha farklı. Kınamanın, eğer ki kişi toplum önünde çok saygı duyulan ve önemli bir kişi değilse çok da bir etkisi olmaz. Kişilikle ilgilidir biraz daha yani.

Örgütlerde, ya da terör örgütlerinde ise bu durumun, yani kınanmanın, bir sonucu olabilir kötü olarak. O grubu destekleyenlerin azalması ve bu davranışa karşı çıkması. Yani tüm örgütlerde olduğu gibi o örgütün insan kaynağının zarar görmesi. Böyle bir durumun haricinde tüm dünya kınasa dahi yine de onlar için değişen bir durum olmaz. Sivrisinek vızıldaması gibi hissettirir en çok.

Ne yapmalı peki?

Kınamalı, evet. Ama kınamakla bırakmamalı. Çözüm yolunda adımlar atmalı. Yapılan eylem analiz edilmeli.  Sorun sorun olarak ortaya konmalı. Nedenleri ortaya konmalı, analiz edilmeli. Daha sonrasında ise yapılması gereken sorunu çözmeye ve yaşananların bir daha yaşanmaması için gereken adımları atmaya kalır.

Bir sorunu çözmenin adımları çok kolaydır:

1- Önce sorunun sorun olduğunu kabul edersiniz.
2- Sorunun kaynağını olabildiğince objektif bir gözle araştırırsınız.
3- Çözüme dair konuyla doğrudan ilgili çevrelerle görüşerek, mağdurlardan bilgi alarak, sorunu iyice analiz edersiniz.
4- Çözüm için yol haritası oluşturursunuz.
5- Çözüm için gerekli adımları zaman kaybetmeden atarsınız.

İlk basamakta daha takılır ve kınamakla yetinirseniz o durumda tarih nasıl tekerrür ederse siz de yaşananları defalarca yaşamaya mahkum olursunuz.

Einstein güzel demiş, "Bir sorun o sorunu oluşturan düşünce düzleminde kalarak çözülemez."

Wednesday 30 September 2015

Kredi Kartları ve Puan Kazanma Sistemi Üzerine



Aslında başlık sadece kredi kartı dese de konu uçuşlardan mil kazanmaları da kapsıyor.

Son senelerde kredi kartlarının puan, bonus vb. sistemlerinde köklü değişimler yaşanmaya başlandı. Bunun nedeni üzerinde konuşmadan önce değişimin ne olduğu üzerine konuşmak lazım. Değişim puan ve bonus gibi kazanımların sıfırlanmasıyla ilgili.

Daha dün yaklaşık 1900TL'lik uçak bileti alışverişimden sonra Axess kartımın bana verdiği puanın (ya da kendi deyimiyle chip para) ne kadar olduğunu biliyor musunuz?

SIFIR Lira.

Evet, yanlış duymadınız, sıfır lira. Yani hiç puan vermedi.

Niye peki?

Çünkü kredi kartları artık, sanırım daha fazla kazanç uğruna, puan vermeyi bıraktı.

'Peki nedir onca reklam ve bonus/puan ile ilgili reklamlar?' diyebilirsiniz.

Cevabı çok net: Banka onun istediği gibi harcamayı onun istediği miktarda, onun istediği zaman aralığında yaparsanız size puan veriyor. Normal şartlarda yaptığınız harcamalardan bonus/puan vermiyor.

Bana göre nedeni birkaç konu olabilir.

Biri verdikleri bonusların/puanların getirisi götürüsünden daha fazla. Yani bankayı yeterince kâr ettiremediler.

Diğeri ise ''İnsanları yeterince kredi kartlarına bağladık. Alıştırdık. Şimdi artık istediğimiz gibi hediye verme zamanı. Öyle ya da böyle insanlar kredi kartlarına mecbur olduğundan kartımızla alışveriş yapacaklar ne de olsa. Ne diye fazladan üstüne para verelim?'' mantığıdır.

Başka bir nedeni ise yeni sistemdeki kullanım süresi kısa olan hediye puan/bonuslar. Puanı kazandıktan sonra 15 gün gibi bir süreniz oluyor kullanmak için. Umursamadığınız ya da zamanınız olmadığı için harcamadığınız puanlar 15 günlük sürenin sonunda bankanın kâr hanesine artı olarak yazılıyor. Eskiden birkaç sene de olsa birikirdi halbuki bu puanlar. Artık değişti. Daha geçen aydı sanırım, bu şekilde 25 liralık puanım silindi.


Mil programları ile ilgili de benzer bir durum sözkonusu. İlk olarak Lufthansa'nın internet sitesinde gördüğüm haber bunu anlatıyordu. Daha sonra ise mil kazandırma programı ile ilgili değişiklikler. Ve okuduğum bir blog yazısı. Arkadaş çok güzel detaylı şekilde açıklamış. Yalnız burada kredi kartı ile ilgili olan mil kazanımları var. Asıl değişikliğin ilk adımı uçuşlardan mil kazanımlarında oldu. O blog yazısı da burada.

Mil kazanırken normal şartlarda uçtuğun mesafenin mil karşılığı kadar mil verirdi eskiden havayolu firmaları. O milleri de bilet aldığınız sınıfa göre daha yüksek kazanabiliyordunuz. Şimdi olay tamamen fiyatla ilgili olmaya başladı. Yani ucuz bilet aldığınızda 1000 mil de gitseniz 250 mil ancak kazanabiliyorsunuz. Biletinizin sınıfına göre bu miktarlar değişebiliyor. En yükseğinde çok daha yüksek ödeme yapmanıza rağmen kazancınız eskisi kadar çok değil.

Bir yandan da havaalanlarındaki lounge hizmetleri bitirildi yavaş yavaş. Ya da eskiden sürekli kullanabildiğimiz lounge hizmeti ayda bir ya da iki defaya indirildi. Kimi yerde ek ücret talep edilmeye başlandı. Birçok yerde ise doğrudan lounge hizmeti durduruldu tamamen.

Ne yapmalı bu durumda?

Bence en güzeli kredi kartını da, mil kartını da kullanmadan banka kartıyla ilerlemek. Pratik bir karşılığı ciddi anlamda olmadığı için çözüm insanı olarak banka kartlarından ''olabildiğince'' uzak durmayı tavsiye ediyorum. Böylece birkaç taksit yaptırma adına senede 60-200 lira arasında kart ücreti vermezsiniz. Daha planlı alışveriş yaptığınızdan yaklaşan kriz dönemini en az zararla kapatabilirsiniz.

Bunun getirisi ise bankaların ve havayolu şirketlerinin geliştirdikleri bu yeni taktikle daha fazla değil çok daha az kazandıklarını görmeleri olacaktır. Ondan sonra ise daha kullanıcıya yönelik, daha avantajlı hizmetler sunmalarının önü açılacaktır.

Unutmadan, bankalar kredi kartları sayesinde müşterilerini sürekli olarak ellerinde tutmayı ve kendilerine bağlamayı başardı. Verdikleri puanları/bonusları/milleri zaman içinde kendi isteklerine göre evirdi ve azalttı. Bu arada azalmayan, hatta artan ise kredi kartlarının senelik aidatları oldu. Halen daha bu aidatlar alınıyor ve kartın rengi ne kadar havalı ise o kadar yüksek. Bundan sonra kredi kartı alımında ve kullanımında bunları da düşünerek hareket edersek sanırım daha az zararlı çıkabiliriz.

Fotoğraf: http://www.bankasubeleri.gen.tr
Fotoğraf 2: http://www.bankaislemleri.com

Monday 10 August 2015

Kiralar İstanbul'da %100 Artmış. Daha Da Artacak

Radikal.com.tr'de bugün gördüğüm habere göre İstanbul'da kiralar son bir sene içinde kimi bölgelerde %100'ün üzerinde bir oranda artmış. Gayet normal bir durum bu. Neden peki?

İstanbul Türkiye'nin incisi. Gözbebeği. Herşeyin bulunduğu yeri. Bir de nüfusunun %18,5'inin yaşadığı şehir. Bağlantıyı tıklayarak istatistikleri görebilirsiniz.

İstanbul'un yüzölçümü nedir peki? 5.461km2. Türkiye'nin ise 780.043km2'dir. Yani İstanbul Türkiye'nin sadece %0,7'sine sahip alan olarak. Diğer bir deyişle o koskoca İstanbul'umuz memleketin %1'i dahi etmiyor alana baktığımızda.

Memleketteki işyerlerinin %32.8'i tek başına İstanbul'daymış. Yüklenecek pdf dosyasından inceleyebilirsiniz. Yani en çok işyeri ve iş de İstanbul'da var. İşsizlik anlamında da İstanbul problem olacak seviyede, %11,3 seviyesinde. Yine de eğitimli olarak iş bulma ihtimalinin en yüksek olduğu illerin başında da İstanbul geliyor.

Bu bilgileri niye veriyorum peki? Sadece istatistik vermiş olmak için mi? Yok, hayır. Bir sorun ancak sorunun ne olduğu önce iyice irdelenip belirlendikten sonra çözülebilir. Ne olduğunu bilmediğiniz, nedenini bilmediğiniz bir sorunu tam anlamıyla çözemezsiniz. Bu bilgilerin amacı da İstanbul'daki kira artışının nedenleri hakkında biraz beyin jimnastiği yapmak.

Üniversitelere baktığımızda da 103 devlet üniversitesinin 9'u,76 vakıf üniversitesinin ise 36'sı İstanbul'da bulunuyor. Yani ciddi bir öğrenci yoğunluğu da var İstanbul'da.

Türkiye'de şehirlere göre İngilizce ya da Arapça konuşanlara dair bir istatistik bulamadığımdan bu konuda bilgi veremiyorum. Fakat yabancı şirketlerin çok büyük bir kısmı İstanbul'da ve buralarda çalışan yabancılardan dolayı herhangi bir yabancı gelince ilk tercih olarak İstanbul'da yaşamayı tercih ediyor. Suriye'den gelen eğitimli ve nispeten daha maddi durumu insanlar da bu yüzden ağırlıklı olarak İstanbul'u tercih ediyor.

Yukarıda saydığım nedenler İstanbul'u bir cazibe merkezi olmaktan ziyade göç edilecek şehir konumuna getiriyor. Göç olunca evlere talep artıyor. Talep artıp arz da sabit kalınca otomatik olarak fiyatlar yükselişe geçiyor. Tabii bu fiyat yükselmesinde özellikle yabancı ve öğrencilere uygulanan daha yüksek fiyat uygulamasının da etkisi büyük. Bir ev 1000 lira aileye kiraya verilirken öğrenciye bu fiyat 1250 hatta 1500 lira dahi olabiliyor. Ya da bir yabancıya.

Bu arada "Onca konut yapılıyor İstanbul'un her tarafında. Onlar fiyatı düşürmüyor mu?" diye sorabilirsiniz. Ne yazık ki o konutlar arzı yükseltse de fiyatı düşürmüyor. Çünkü o evlerin çoğu merkezi noktalara nispeten uzak da olsalar fiyatlar sanal olarak şişirildiğinden dolayı orta sınıf dahi oralarda oturmak için gelir olarak düşük gelebiliyor. Ayda 5.000 lira maaş alan bir kişi 500.000 liralık bir evi kaç senede alabilir? Ayda 3.000 lira dahi verse faizden de kaynaklı olarak 10 seneden erken zor ev sahibi olabiliyor. Oralar da kira anlamında ekonomiye katılıyor bu nedenle. Bir de kentsel dönüşüm denen fakat kentsel rant dönüşümüne dönüşmüş eski binayı 1-2 kat fazlasıyla yıkıp yeniden yapınca aynı yerdeki dairenin fiyatı bir anda iki katına çıkarılabiliyor. Kiralar da böylece yerinde kalmayıp ciddi oranlarda artıyor.

Bunca anlattıktan sonra bir de çözüm sunmalı: Çözüm İstanbul'un nüfusunun 8 milyonun altına çekilmesi için gerekli her türlü çalışmayı yapmak. :)

İstanbul nüfusunun düşürülmesi konusunda daha sonra bir yazı gelecek.

Tuesday 21 July 2015

İndirim Hesabı Nasıl Yapılır?


Perakende sektörü indirim konusunda kendisini artık aşmış durumda. Müthiş derecede yaratıcı ve farklı yöntemlerle, söylemlerle insanlara satış yapmaya çalışılıyor. Yine aynı müthiş derecede kafa karıştırıcı da olabildiği için bu reklam ve indirim kampanyaları, biraz anlatmaya ve çözüm sunmaya çalışayım.

Öncelikle tüm hesaplarda temel olarak alınacak ürünün fiyatını 100TL kabul edeceğim.

Basit başlayalım:
%40 indirim olursa indirim sonunda 60TL ödeyerek bu ürünü alırsınız.
%50 indirim olursa indirim sonunda ödeyeceğiniz para 50TL olur.

Peki biraz karışırsa:
%50+%20 indirim olursa %70 mi olur son durumdaki indirim miktarı? Hayır. %20 indirim aslında ana fiyattan %50 indirim yapıldıktan sonra yapılan indirimdir. Bu yüzden de sonuçta ödeyeceğimiz miktar: 100x%50=50TL, 50x%20=10TL. 100-50-10=40TL. Yani toplamda %60 indirim almış oluruz, %70 değil.
Bir örnek daha:
%50 + %50 olursa ne olur? Çok basit: Yarının yarısı ile toplamı %75 yapar ve ürün 25TL'ye gelmiş olur.

Az daha karışsın:
Her 50TL üzerine 20TL hediye çeki verilsin. Bu durumdaki indirim oranı ne olur?
%40 mı? Tabii ki hayır. 20TL doğrudan, daha yüksek bir miktar harcama karşılığı olmazsa, o durumda alacağımız indirim en yüksek %40 olur.
Nasıl mı? Çok basit: 60TL de harcasanız 50TL de harcasanız verilecek çek 20TL olacak. Bu durumda 60TL harcandığındaki indirim miktarı %33'e düşmüş olur otomatik olarak.

Biraz daha devam edelim bu örnek üzerinde:
Her 50TL üzerine 20TL hediye çeki verilsin. Fakat bu hediye çeki sadece bir sonraki 50TL ve üzeri alışverişte kullanılabilsin.  Ne olur o durumdaki indirim miktarı?
Toplamda elimizden çıkacak miktar ilk alışverişte 50TL, ikincisinde 30TL olacak. Ki iki alışverişin de tam 50TL olacağı öngörülüyor. Bu durumda indirim miktarı %20 olur en yüksek. Yani ilk alışverişte 100TL de yapsanız alacağınız hediye çeki 20TL olacağı için ikincisinde de aynı şekilde 100TL harcarsanız toplam indirim miktarı %10 seviyesine kadar düşebilir.

Farklı bir örnek:
 3 alana bir bedava. Buradaki oran %33 değildir hiçbir zaman. Çünkü bedava olan her zaman en düşük fiyatlı üründür. 4. ürün ücretsiz olduğu için alınabilecek en yüksek oran %25 seviyesinde kalır ama yine çok yüksek oranda pratikte bunun çok daha altında kalır sonuçtaki indirim oranı. 

Yani indirimleri birlikte/ortak hesaplayarak sonuca ulaşabiliriz.

Daha farklı indirim hesapları gördükçe buraya ekleme yapacağım.

Görsel: http://www.bilgimnette.com/wp-content/uploads/2012/11/indirim-kuponu-300x300.jpg

Wednesday 17 June 2015

Metrobüse Binme Olimpiyatları

Devir metrobüs devri. Karayolunda tamamen izole şeritlerde giden normalden nispeten daha uzun otobüslere metrobüs demişiz. Böylece de metrobüsümüz olmuş. 

Hem de İstanbul'un en aktif hattında: E5 ya da yeni adıyla D100 karayolunda Beylikdüzü'nden Anadolu yakasındaki Söğütlüçeşme'ye kadar gidiyor. 

İETT'nin kendi sitesine göre günlük 800.000 yolcu biniyor bu metrobüse. Diğer bilgiler daha netken burada yuvarlak sayı verilmesi bana biraz daha fazla olduğu izlenimini vermiyor değil hani. Biraz araştırmak lazım.. 

Şimdi şehrin ana arterinde gitmek istiyorsanız bu hattı kullanmak isteyen diğer yüzbinlerce insanla da aynı hattı kullandığınızı unutmamanız gerekir. Sabah ve akşam, özellikle mesai saatleri öncesinde bu hatlarda insanlar binmek konusunda oldukça zorlanabiliyor. Biraz bu konuya değinme

Tabii devir değişti. Artık metrobüsümüz var. Aranızda metrobüsü kullanmayan var mı? Her insanın hayatında en az bir kere binmesi gerekiyor bence metrobüse. Müthiş bir deneyim çünkü. Resmen hayatta kalma savaşı veriyorsunuz. Hele de yanınızda kız arkadaşınız varsa. Off off.. O zaman durum daha bi vahim. Onu kollarınızın arasına alıp korumanız lazım. Arkanızda değil de, önünüzde tutarsınız. Kollarınızla iki tarafından dokunmaları engellemeye çalışarak. ‘’Çekilin, çekilin, kız arkadaşımla geliyoruz!’’ der gibi bazen..

Durum bazen çok ilginç de olabiliyor, yanınızdaki kız arkadaşınız kız arkadaşınız değil de normal arkadaşınızsa. O zaman bi samimi olmadan koruma çalışmaları oluyor. İşler iyiden iyiye karışabiliyor.. Bir yandan onu korumaya, kollamaya çalışırken diğer taraftan da çok samimi olmamaya çalışıyorsunuz. Hani yanlış anlaşılmamak için, başka amacımız yok :D

Evet, şimdi de metrobüse binme yöntemlerine gelelim J Mesela Zincirlikuyu’da akşam mesai bitiminde, 17.30-19.00 arasında:

Bir kere sakın ha önlere gitmeyin. Arkalarda durmak lazım. Yani 3. Ya da 4. Metrobüse binmeye çalışılır. 
Kapıya denk gelmeye sakın ha çalışmam.
En önde durabileceğiniz bir yerde dururum.
Otobüslerin hepsinin boyu aynı uzunlukta olmadığı için her yere denk gelebilir kapının yeri. Bir sonrakine gelince farklı bir yerde duruyor çünkü. Araba gelirken kapının yaklaşık nerede duracağına hesaplayıp ona gore saga ya da sola azıcık daha yanaşırım. J
Metrobüs tam geldiğinde de son bi adım ile kapıya en yakın yere doğru hamlemi yaparım. Malum, oturmak için akıllı davranmak lazım. Ya da insanları itip kakmak. Onu yapamayacağım için ben de aklımı kullanıyorum işte.
İçeri girince de, şuraya ya da buraya oturayım diye düşünmeden doğrudan ilk bulduğum boş yere otururum. Bu arada otobüslerde en arka en fazla boş koltuğun bulunduğu yer olduğu için daha çok arkalara yanaşırım J Bu arada ters oturmayla sorununuz yoksa öncelikle onlara hamle yapabilirsiniz. Ne de olsa onlara insanlar en son oturmak istiyor. Ve otobüs ani fren yaptığında hiçbir şekilde keyfiniz bozulmaz J

Bu arada unutmayalım, tek amaç oturmak J

Bir de metrobüste arkadaş olmalar var. Elinde telefonunla oynamak istemezsen, kitap okumak istediğinde de uykun geliyorsa ya karşına bakarsın, ya da yanındakiyle sohbet edersin. Hele sohbet güzel de gidiyorsa, değme keyfine. Yalnız sonra ineceğin durağa gelince birden inmeye davranırsın. O kişinin telefonunu dahi almadan. Daha sonraki birkaç gün, belki hafta da o kişinin daha once bindiği durağa gidip tekrar binmesini beklemekle geçer.. Ve o kişi genelde de binmez.. J

Daha birkaç gün once başımdan geçen bir anektodun sırası şimdi. Otobüsün arka tarafında ters oturuyorum. Iki kız bindi arkadan. Biraz ilerleyip yer bulamayınca yanımda dikilmeye başladılar. Bense kitabımla meşgulüm o sırada. Ama kulak da veriyorum konuşmalarına. Bir yerde kızlardan biri diğerine

-Biraz daha arkaya gideyim mi?  dedi.
Diğeri ise: 
-Ne var arkada? dedi.
Öteki:
-Yaslanacak yer.

Monday 16 March 2015

Vergiler ve Vergi Kültürü Üzerine

Şimdi burada vergiler konusunda çok da fazla oranlar ve hesaplar verip matematik bilgimi kanıtlama gibi bir çabam yok. Asıl amaç verginin yöntemleri üzerine konuşmak daha çok.

ABD'de en ağır suçlardan birinin vergi borcunu ödememek olduğunu biliyor musunuz?
Aynı zamanda bu ülkede en düşük sayılabilecek oranlarda KDV alındığını peki?

Vergi normal şartlarda vatandaşla devlet denen kurum arasındaki harçtır. Devlet vatandaşından vergi alıp bu aldığı vergiyle ona hizmet götürmek ve onun güvenliğini sağlamak işini yapar en temel olarak. Peki eskiden bu iş nasıl yapılıyordu? Şimdi nasıl yapılıyor?

Yine temel olarak konuşursak doğrudan ve dolaylı vergiler vardır. Bizde biraz daha farklı olarak görünen ve dolaylı vergiler şeklinde ikiye ayrılıyor. Doğrudan vergi vatandaşın devletin vergi dairesine gelir beyanına göre yatırdığı vergidir.

Yani sene sonunda vatandaş der  devletine ''Ben bu sene şu kadar para kazandım. Şu kadar da şöyle masraflarım oldu.''

Devlet de vatandaşına ''Masraflarından şunları gelirinden düşünce net bu kadar gelirin olmuş. Bunun da şu kadar yüzdesini bana vergi olarak ödeyeceksin.'' der. Böylece doğrudan vergi ödenmiş olur.

Dolaylı vergiler ise akaryakıt, sigara, içki gibi ürünlerden alınan, devletin doğrudan üreticinin fiyatına eklediği ve ondan aldığı vergilerdir. Bunların oranlarını herkes bilmez, bilmesi de gerekmez zaten. Aldığımız fiş/faturalarda bu oranlar yoktur. Bu yüzden zaten bu vergilere dolaylı vergi denir.

Peki bizdeki görünen ve dolaylı vergi mevzusu nedir?

Bizde görünen vergi dediğimiz zaman aklımıza ilk gelen KDV'dir. Bu fiyatların içindedir ve bu vergiyi hizmeti satın aldığımız kurumlar devlete doğrudan öder. Masraf vs. olarak gösterilemez bu vergiler. Elektrik, su, doğalgaz, telekom vb. gibi hizmetlerden alınan sayısız farklı vergi de bu vergilerdendir.

Bunların dışında bir de maaşlarımızdan alınan vergiler vardır. Maaş bordromuza baktığımızda birçok kesinti görürüz. Bu kesintileri hiçbirimiz elle tutamayız. Sadece kağıt üzerinde görürüz. Sigorta kesintisi de, gelir vergisi de bu kalemler içindedir. Maaşlarımızdaki bu vergiyi kim öder peki? Tabii ki işverenlerimiz.

Dolaylı vergiler zaten aynıdır mantık olarak.

Bu kadar temel bilgiden sonra soru şu: Sorun bu sistemin neresinde?

Çok basit aslında. ABD'den yine örnek vereceğim. Orada alacağınız ürünün fiyatının üstüne bir de eyalet vergisi konur tam satınalma aşamasında. Onu da hesaplamanız gerekir. Böylece devletinizin o üründen aldığı vergiyi tam olarak bilirsiniz. Bizdeki gibi fiyatın içindeyken pek çok insan hesaplama zahmetine dahi girmez. Böylece kendisinden ne kadar vergi alındığını umursamamaya başlar.

Gelelim maaşlardan alınan vergiye. Maaşınızı brüt olarak aldığınızı düşünün. Her ay sonunda da o ayki gelirinizi ve giderinizi hesaplayıp verginizi elden vergi dairesine yatırdığınızı düşünün bir de. Sene sonunda da yaptığınız masrafları üst üste koyup vergi iadenizi almak için yine vergi dairesine gittiğinizi hayal edin.

''Bu neyi değiştirir peki?'' diye soranlarınız olabilir. Şunu değiştirir: Kesilen vergi kimsenin umrunda olmamasına rağmen elden vermemiz gerektiğinde durum farklı olur. O vergiyi vermek ciddi anlamda zor gelir insana. Hem de çok zor gelir. Düşünürsünüz bir kere, ''Bu devlet bana ne hizmet yaptı?'' diye. Sorgularsınız. Beğenmiyorsanız hizmetleri, hemen şikayet edersiniz. Takip edersiniz paranızın nerelere harcandığını. Devlet sizin yani kamunun kurumunu özelleştirmek istediğinde sorarsınız niye bunun yapıldığını. Eğitim kalitesi düşükse daha iyisini talep edersiniz. Sağlık için de aynı şekilde. Cebinizden vergiyi vermek doğrudan kesilen vergiye benzemez çünkü. Ne ödediğinizi bilirsiniz. devletin bu paraya baştan el koymasına benzemez yani.

Bu sistemde herkes inandığı dinin kurumuna kendisi ödeme yapar. İnanmayanlar kimseye, hiçbir dini kuruma ödeme yapmak zorunda kalmaz. Devlet milyarlar harcayamaz bir kesimin dini için. Çoğunluk dahi olsa o bir kesim.

''Ben vergisini düzenli ödeyen bir vatandaşım. Bana böyle muamele yapamazsınız!'' sözü burada ortaya çıkar işte.

Ufak bi ek bilgi: Maaşlarımızdan kesilen vergilerin içinde sağlık sigortamız ile emeklilik sigortası primlerimizin de olduğunu biliyoruz. Peki bu paralar gerçekten de doğrudan devlete yatırılıyor mu bizim adımıza? Ne yazık ki hayır. Şirketlerin birçoğu bu paraları ödemeyip kendi işleri için kullanıyor. O arada gelen faizlerin zaten ileride bir gün tekrar affa uğrayıp silineceğini biliyorlar çünkü. Niye ödesinler ki? Bizden kesilmiş olan paramız, devletin kasasına girmeden işverenler tarafından kullanılıyor. Sonra da bizim devletimiz bu paraların yasal faizlerini affedip işverenleri kurtarıyorlar. İşverenler kendilerinin olmayan parayı faizsiz, masrafsız kullanmış oluyor, bizlerin hakkını çalmış oluyorlar. Ama bunun kaçımız farkına varıyoruz acaba?

Demem o ki, vergi sistemi, vergi kültürü değişirse, bazı şeyler gerçekten de değişebilir bu memlekette..


Sunday 15 March 2015

Belediyeler ve Sorunlarımızın Çözümü

Günlük hayatta çok fazla insanla karşılaşıyoruz. Birçoğu şikayet etme telaşında. Şikayetleri ise genelde yanlış kurumlara/kişilere yapıyoruz. Şikayet kültürü ile ilgili düşüncelerimi bu konuya özel blog yazımda bulabilirsiniz. Bugünkü konumuz Belediyeler ve Sorunlarımızın Çözümü!

Birkaç sene önce Bahçeşehir Üniversitesi'nin Yerel Yönetimler Okulu'na gittiğimde katılımcılardan olan İETT genel müdür yardımcısına şikayet hattının çalışmamasına dair soru yöneltmiştim. Yeni olduğunu sistemin, yakında düzeleceğini söyledi. Bir ay kadar sonra müşteri hizmetleri hattı ciddi anlamda şikayet almaya başlamıştı. O zamandan bu yana sürekli kullanıyorum ve bildirimleri de alıyorum. İlgilenenler için 153 İBB Beyaz Masa arandıktan sonra 2 ve tekrar 2'ye tuşladığınızda bir yetkiliye bağlanıyorsunuz. Şikayetinizi yaptığınızda da hemen geri bildirimi alabiliyorsunuz.

Etrafımda olup bitenle ilgili şikayetleri yapmaya devam ediyorum o zamandan bu yana. En son şikayetlerimden biri Zincirlikuyu'da Zorlu Centre'nin karşısındaki devasa reklam panolarının dışarıya yaptığı çıkıntılardı. Zaten dar olan kaldırım bu çıkıntılar yüzünden daha da darlaşıyordu. Fotoğrafı sağ tarafta görebilirsiniz. 153 İBB Beyaz Masa'yı birkaç defa konuyla ilgili aramama rağmen en son seferde şöyle bir geri dönüş aldım:

İlgi : 24.02.2015 12:27:01 Tarih ve ..... Nolu Başvurunuz
Müdürlüğümüze iletmiş olduğunuz başvurunuzda yer alan konu ile ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü ile görüşülmüştür. Görüşme neticesinde tarafımıza verilen bilgi aşağıdaki gibidir:

“Reklam-İlan Denetim Zabıta Amirliği ekibince ilgi şikayet iletisine istinaden yapılan kontroller neticesinde, şikayete konu olabilecek herhangi bir olumsuzluğa rastlanılmamış olup, devam etmekte olan inşaatın paravan sistemi olduğu görülmüştür.’’ 

Bu cevaba karşılık ben de şöyle bir cevap yazdım:

"Sayın ilgili,
Bahsettiğim yerdeki reklam panolarının aynı zamanda inşaatın etrafını kaplamak amaçlı kullanıldığı doğrudur. Fakat bu reklam panolarının dışarı çıkıntı yapan kısımları zaten dar olan kaldırımı daha da darlaştırmaktadır. Dışarı çıkıntı derken kastım ayakkabı, sosyal medya hesapları gibi kısımların yüzeyden dışarı çıkmasıdır. Talebim reklam panolarının düz olması, dışarıya çıkıntıların tamamen kaldırılmasıdır.
Aynı zamanda reklam firmasının çalışmaları kimi zaman mesai bitiminde olduğu ve kullanılan vinçten dolayı yoldan yürümek zorunda kaldığımızı da ayrıca belirtmek isterim. Bu durum ciddi anlamda yayaların can güvenliğini tehlikeye attığından ilgili firmanın konuyla alakalı uyarılmasını da talep ediyorum.
İyi çalışmalar."

Sonuç: Birkaç gün önce bu çıkıntılar sökülüyordu. Sağda ve alttaki fotoğraflardan durumu görebilirsiniz. Bir daha takılması durumunda tekrar arayıp şikayetimi yapacağım. Değiştirilen reklam panolarında düz bir yüzey var. Umarım böyle devam ederler.


Bir başka konu ise Yenibosna Dereyolu'nda E5'e çıkan merdivenle ilgili. Bu merdiven hem binaya yapışık gidiyor hem de sanırım açıldığından bu yana (1999) değişmediği için oldukça çürümüştü. Bir akşam inerken neredeyse düşecektim ve hemen sonrasında yine 153 İBB Beyaz Masa'yı aradım. Bir hafta kadar sonra bir yetkili beni arayıp belirttiğim yerin yatırım kapsamına alındığı bilgisini verdi. Geçenlerde geçerken farkettim ki merdiven değiştirilmiş. Eski fotoğrafını bulsam onu da koyacaktım ama yok ne yazık ki.

Demek istediğim ister kabul edin ister etmeyin, şikayetinizi doğru kuruma yapıp sonrasında da takibini doğru yaparsanız ve gerektiğinde aldığınız cevaba itiraz ederseniz sonuç alabilirsiniz. Tek mesele biraz sabır ve istek.



Güncelleme:
Reklam panolarının dışarı yaptığı çıkıntılarla kaldırımı daraltmalarıyla ilgili ikinci şikayetimden sonra aldığım cevap aşağıda:

Sayın AZEM ALPTEKIN ;
 İlgi : 02.03.2015 17:00:03 Tarih ve ..... Nolu Başvurunuz
Müdürlüğümüze iletmiş olduğunuz başvurunuzda yer alan konu ile ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü ile görüşülmüştür. Görüşme neticesinde tarafımıza verilen bilgi aşağıdaki gibidir:
“Reklam-İlan Denetim Zabıta Amirliği ekibince ilgi şikayet iletisine istinaden yapılan kontroller neticesinde, şikayete konu firma ilgililerine kaldırımı daraltmamaları konusunda gerekli uyarılar yapılmıştır.’’
Yani ısrarcı olununca sonuç alınabiliyor. Şimdiki hedefim Zorlu Centre'nin etrafındaki yeni yapılan yollara yaya çizgilerinin ve hız kesicilerin yapılması. Bakalım ne kadar sürede cevap alabileceğim.