Sunday 28 September 2014

Beton Kaldırımlar Parke Taşı Kaldırımlara Karşı

Farkettiniz mi bilmiyorum ama Beşiktaş-İnönü Stadyumu arasındaki o İstanbul'un en güzel yollarından birinin kaldırımları artık beton. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir süredir kaldırımları parke taşı yerine beton yapıyor. İyimser havamda olduğum zamanlar bunun ana nedeninin beton kaldırım yapmanın daha kolay olmasından kaynaklandığını düşünesim geliyor. Yalnız gerçeğin bundan daha, hem de çok daha farklı olduğunu da görüyorum.

Bu bölgede Gezi sırasında kaldırım taşları sökülüp bu taşlar göstericilere müdahale eden polislere karşı silah olarak kullanılmıştı geçen yazın başında. Sonradan, olaylar durulduktan sonradan bu yana takip ediyorum. Önce o bölgede başladı bu furya. Kaldırımın bir kısmı 'Yeşil Alan' gibi yapılıp bırakıldı. Onun dışında kalan kısım ise doğrudan kalıp ile çevrelenerek beton döküldü. Biraz bakınca bu konuyla ilgili Zaman gazetesinin haberini buldum: http://bit.ly/1pzwEBN

Beni bilen bilir. Gezmeyi çok ama çok severim. Belki de özellikle dikkat etmediğimden kaynaklanıyor, emin değilim, ama hatırlamıyorum herhangi bir ülkede beton kaldırım gördüğümü. Hatta bırakın beton kaldırımı, en güzel ve değişik taşlardan oluşan farklı desenlere sahip kaldırımların bulunduğu alana ne güzellikler kattığına defalarca şahit oldum. Beton kaldırım derken kastettiğim betondan yapılma taşlardan oluşan kaldırım değil. Yanlış anlaşılmasın. Etrafına kalıp kurularak yapılan kaldırımlardan söz ediyorum.

Fotoğraf 1

Yukarıda Dolmabahçe yoluna yapılan beton kaldırımın inşaatına dair bir fotoğraf bulabilirsiniz. Yazı da zaten söylediklerimi doğrular nitelikte. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sitesinde belediye başkanı Kadir Topbaş'ın sözleri de var: http://bit.ly/1pkUWAg Sanırım ben görmemişim bu kaldırımı New York'ta. İBB, 2013 Haziran'dan bu yana İstanbul'un her tarafında bu beton kaldırımları yapmaya devam ediyor. 

Beton kaldırımların maliyetlerinin dışında çok fazla dezavantajları var. Mesela beton kaldırım yağmur suyunu üstünde tutmadığı için su doğrudan yola akar. Böylece kanalizasyon hatlarına yönlenen su miktarı daha fazla olur. Halbuki taş döşeli kaldırımlarda yağmur suyu taşlar arasından inerek doğrudan toprağa karışır. Böylece kanalizasyondan akan su miktarı azaldığı gibi yeraltı sularına nispeten bir katkı sağlanmış olur.

Beton kaldırımlar, özellikle yaz aylarında sıcağı tuttuğu için dış hava sıcaklığının artmasına neden olur. Civarındaki ağaçlar da bu sıcaklardan doğal olarak etkilenir. 

Beton kaldırımların yüzeyi düz olduğu için sürtünmeyi önlemesi çok zordur. Bu yüzden de biraz ıslanan kaldırımın üstünde dengenizi kaybedip kaymanız oldukça mümkündür. Dikkatli olmak lazım yani. 

Beton kaldırımlar dümdüz oldukları için görsel açıdan pek de estetik duygularımıza hitap etmezler. Dolmabahçe yolundaki gibi farklı renklerde de yapılabilir bu kaldırımlar ama dediğim gibi bir kaldırım taşının görsel zenginliğine sahip olamazlar. 

Maliyet olarak beton kaldırımların yapılması gerçekten de çok daha hızlı üretildiği ve birim fiyatı düşük olduğu için kimi alanlarda tercih edilebilir belki ama ana caddelerde, bulvarlarda bunun olması bana göre şehre ihanetten başka birşey değildir.

Fotoğraf: http://image.cdn.haber7.com/haber/haber7/photos/basbakanlik_cevresine_beton_kaldirim13709158300_h1037153.jpg

Friday 26 September 2014

Geri Dönüşüm ve İleri Dönüşüm

Aslında ileri dönüşüm diye birşey yok. Başlık daha ilginç olsun diye öyle koydum.

Konumuza gelecek olursak, bu geri dönüşüm konusunda bir çok yanlış bilgi var ortalarda dolanan. Bunlardan en yaygınlarından biri geri dönüşüm için, genelde belediyelerin koyduğu, geri dönüşüm kutularının içine atılan kağıt mendil, kağıt havlu gibi ürünler. Bu gibi ürünlerin üretilmesi için en atık kağıtlar daha çok tercih edilir. Su da değdikten sonra eskiden kağıt gibi olan bu ürünlerin artık tek güzergahı normal çöpler oluyor. Çünkü geri dönüşüm bu tip kağıtlar için uygun değil.

Peki kağıt havlu/mendilleri geri dönüşüm kutusuna atmanın zararı var mıdır? Tabii ki. Çünkü kağıt havlular bir kere içine girdi mi o torbanın tamamı genelde doğrudan atık çöp olarak işlem görür. Ayrıştırma işlemi o saatten sonra uygulanmaz. Yani bir parça kağıt havluyu kurtaracağım derken bir poşet dolusu geri dönüşebilir kağıdı da geri dönüşmez hale getiriyoruz bu şekilde. Benden söylemesi.

Aklıma gelmişken, geri dönüşüm kutularının içi sadece geri dönüştürülebilir ürünlerden oluştuğu zaman bu ürünler gerçekten de geri dönüştürülüp sonrasında ileriye dönüşen bir yatırım yapmış olacağımızı da düşünebiliriz :)

Wednesday 24 September 2014

İnşaat, İskeleler, İş Güvenliği

Sene 2004 ve yine Köln'deyim. Tren istasyonundan kaldığım yurda doğru giderken sokaklara bakıyorum. Hız sınırı tabelası her yerde var: 30km/s.

Uyuluyor mu peki buna?

Kesinlikle evet!

Bu arada akşam olduğunu belirtmem de lazım. Biraz daha ilerliyorum. Solumdaki sokakta bir yandan sokak ışıklarından yansıyan reflektörleri, diğer yandan da üstlerine konan lambaları yanan dubaları görüyorum. Bakınca, yolun kenarındaki rögar kapağıyla ilgili bir inşaat çalışması olduğunu farkediyorum. Bu kapak için gidiş gelişli yolun bir şeridi kapatılmış trafiğe 10-12m kadar uzunlukta. Birkaç gün sonra oradan geçtiğimde rögar kapağının düzgün şekilde onarılmış, yol da tam genişlikte trafiğe açılmıştı.

Benzeri uygulamaları defalarca gördüm Avrupa'nın gidebildiğim yerlerinde. Sonrasında Dubai'de gördüm bunları. İş güvenliği denince tolerans diye birşeyi kabul etmiyorlar. Sıfır tolerans her zaman. Palm Jumeirah'ta çalışırken iki binanın ana müteahhitinin iş güvenliğine uygun davranmadığı ve şantiyesi temiz olmadığı için sözleşmesi iptal edildiğine şahit oldum. Ölümlü kazaları olmamıştı ama olması da gerekmiyordu zaten. Önlemlerini yeterince almadığı için sözleşmesi iptal edilmişti o firmanın. Öyle bir iş de o firmanın batma seviyesine inmesi için yeterliydi. Dubai'de şantiyedeki bir sıvacı iskelede çalıştığı halde emniyet kemerini takmıyordu. Bu çalışan iş güvenliği tarafından defalarca uyarılmış ve cezalara maruz kalmıştı. Proje müdürü bu cezaların hiçbirini onaylamayıp kemersiz çalışmasına izin vermişti. Çünkü adam işini çok iyi yapıyordu. Sonuç: Adam ikinci kattaki iskeleden dengesini kaybedip düştü. İki çocuğu babasız, eşi de dul kaldı. Şantiye birkaç hafta kapatıldı, soruşturmalar yapıldı ve gerekli cezalar ve tazminatlar verildi. Hiçkimse, ki orası bir Arap ülkesi olmasına rağmen, buna fıtrat demedi.

Daha sonra farklı ülkelerde de gördüm benzeri uygulamaları. Mesela ABD'de yol kenarındaki binanın dış cephesinde boya gibi bir faaliyet olmasına rağmen aşağısında yayaların geçişi için öyle bir tünelvari yol yapılmıştı ki, bina yıkılsa oradan geçenlere birşey olmayacak seviyede güçlüydü bu geçit. Batıya gittikçe, ya da Avusturalya gibi ülkelere, iş güvenliği ve inşaatlar denince standartlar ve cezalar en üst seviyede uygulanıyor.

Bizde ise Alo 170'i arayıp dış cephe işi yapılan bir binayı şikayet etmeye kalktığımda ilgili Beyoğlu'na bağlı kurum beni soruşturmuştu, şikayet konusu yapılan inşaatı değil. Yasalar çıkıyor. Ağır/hafif çeşitli cezalar öngörülüyor. Fakat uygulamaya gelince her tarafta onlarca, yüzlerce inşaat var ve bunların çok çok azında iş güvenliği kurallarına uyuluyor. Nedeni ise tamamen duygusal: İş güvenliği, şantiyelerde para harcatan ama para kazandırmayan tek birim olarak görülür. Herkesin derdi işin ilerlemesi olduğu için aynı zamanda en sevilmeyen birimlerin de başında gelir iş güvenliği birimi, tabii eğer varsa.

Sonuçta bir yandan inşaatlarla, yani betonla büyümeye çalışan bir ekonomi, diğer yandan ölen masum işçiler..

Çözüm: İş güvenliği bir mantık sorunudur. Olaya güvenlik gözüyle bakmazsanız, daha çok insan hayatını kaybedebilir. Güvenlik ve gereklilik açısından bakılırsa halbuki, bu kazaların çoğu demiyorum, hiçbiri yaşanmaz.

Bir kısa hikayeyle bitireceğim yazımı. Gerçek bir hikaye aslında. Zamanında ABD'nin en büyük alüminyum üreticilerinden biri ciddi anlamda büyük bir krize giriyor ve şirket müthiş zararlar açıklıyor. Sürekli yaşanan iş kazaları ve ölümlerden dolayı işçi yakınlarına vermesi gereken tazminatlar bu krizin önemli nedenlerinden biri. Kurtarıcı olarak bir adamı getiriyorlar ve yeni CEO hissedarların karşısına çıkıp konuşma yapıyor. Bundan sonra asıl önceliğimiz iş güvenliğidir diyor. Ve yapacaklarını anlatıyor. Ülkenin çeşitli eyaletlerinde her yaşanan kaza en çok 6 saat içinde merkeze haber verilecek ve kazayla ilgili gerekli önlemler en geç 48 saat içinde alınarak işe devam edilecektir. Kurallara uymayan birimin birim sorumlularından başlayarak sorumluların da doğrudan işten atılacağını söylüyor. Bu ve benzer birkaç önlem ve çalışmayı anlatıp kürsüden iniyor yeni CEO. Hissedarlar şaşırıyor ama çok da renk vermiyorlar. Adamın daha bi heyecanla ekonomi terimleriyle konuşacağını sanıyorlar çünkü baştan. Hissedarların birçoğu hayal kırıklığına uğruyor. Zaman geçtikçe yeni yöneticinin ne demek istediği daha iyi anlaşılıyor. Şirket iki yıl geçmeden tekrar kar etmeye başladığı gibi giderek de büyüyor. Herkes şaşırıyor bu duruma ve yeni CEO'ya hakkı veriliyor tabii ki.

Adamın yaptığı sadece işin, imalatın her aşamasında kontrol ve denetimlerin düzenli yapılmasını ve bunun takibinin de ihmal edilmemesini sağlamak. İş güvenliğini en tepeye oturtunca, işler daha iyiye gittiği gibi üretilen ürünün kalitesi de yükseliyor. Sonuç malum.. Mesele yasaları çıkarmak değil. Uygulamak ve uygulanmasını sağlamak ve uygulamayanlara, sorumlulara gerekli cezaları vermek. Gecikmiş adalet adalet değildir diye boşuna dememişler..

Friday 19 September 2014

Yağmur ve Sel Yine


Fotoğraf 1
Yine sonbahar geldi ve yine yağmurlar başladı. Yağmur denince aklımıza bir çok güzel ve romantik şey akla gelirken bazılarımız için de sel akla gelir. Çünkü daha dün yağmur başlamasına rağmen sel bilgileri geliyor habire.

Sel öyle kendiliğinden olmaz. Başka şeyler de lazımdır. Doğal olarak aşırı yağmur yağması ve sonucunda sel oluşması başkadır. Bu zaten, adı üstünde, doğaldır. Doğal afet denir o zaman. Burada asıl bahsedeceğim gerekli önlemler ve yapmamız gerekenler..

Köln'deyken yağmur yağardı. Hem de sık yağardı. Memleket oldukça yeşil ve ormanlarla, ağaçlarla dolu olunca yağmurun olması da buna paralel olarak normal oluyor. Yalnız yağmurdan sonrası var asıl mesele. Sel olduğunu ne gördüm, ne duydum. Olmuştur tabii ama ben görmedim en azından. Ve yağmur kesildikten sonraki 10-15dk içinde yerde hiç su birikintisi kalmamıştır. Bu memleket nüfusu 1 milyonun üstünde olan ve Almanya'nın en kalabalık kentlerinden birisi. Söylediğim de bundan 10 sene önce yaşananlar.

Dubai'de alan çöl olduğu için altyapı pek yoktur. Herhangi bir yerde bir proje yapılacaksa (konut, kule, AVM, villa vb.) önce bu alana altyapı firması gönderilir ve oranın elektrik ve kanalizasyon altyapısı yaptırılır. Daha sonra üst yapı ihale edilir ve binalar ondan sonra yükselmeye başlar. Yalnız inşaat süresince elektrik yerinde üretilmek, su ise dışarıdan taşınarak getirilmek durumundadır altyapı henüz hazır olmadığı için. Zaten firmalar bunu bildikleri için önlemlerini de ona göre alırlar.

Bizde ise önce gecekondular yapılır/yaptırılır/yapılmasına izin verilir. Sonra bu gecekonduların olduğu yere, daha çok mecburiyetten, altyapı çalışmalarına başlanır. Tabii üstyapı varken altyapıyı yapmak demek orada yaşayan insanların bu süreçte çile çekmesi demektir. Bu altyapı yapılırken de daha çok o zamanki nüfusa göre herşey düzenlenir. Gelecekte neler olacağı, olabileceği çok da düşünülmez, öngörülmez. Bir süre sonra bu gecekondu alanlarının etrafında şehir genişlemeye devam edince gecekonduların zorla kaldırılması icap eder. Kavga, dövüş yıkılır o gecekondular ve oralar resmi imara açılır. Bu arazilerin daha önce orman gibi bir alan olması da bu durumu değiştirmez. Çok daha yoğun bir şekilde imara açılır bu bölgeler ve altyapı yetmemeye başlar bu sefer.

Doğa kendi evrimi süresinde su yolları yapar. Dereler ve ırmakları yani. Bu dere ve ırmakların civarında yerleşim artınca bu derelerin güzergahları değiştirilerek "islah" çalışması yapılır ve buralar, yani dere yatakları imara açılır. Müteahhitlerimiz buralardan rant elde etmeye çalışırken yerel idareler de bundan nemalanır tabii ki. Şiddetli yağmurda da doğa yere düşen yağmura kendi belirlediği yolda akmasını söyler. Böylece bu dere yataklarında yapılan evler/binalar su altında kalır.

Birçok yerde binaların bodrum katlarının otopark olarak düşünülmesi/planlanması gerekir. Fakat yine ranttan dolayı buralar müteahhitler tarafından önce otopark gibi gösterilir, sonra da araya duvar örülerek normal daireye dönüştürülür. Durumu uygun olmayan insanlar buralardan ev alır ve biraz şiddetli bir yağmurda pencerelerden içeriye yağmur dolar. Sonra bu evleri su basar ve herkes bir suçlu aramaya başlar.

Elimizdeki çöpleri "Nasıl olsa çöpçüler topluyor" diyerek yere atarız. Bu çöplerin bir kısmı, evet, çöpçüler tarafından toplanır. Ama bir kısmı da akan sular ve rüzgar tarafından yol üstündeki rögarların ağzında toplanır. Buradaki çöplerin bir kısmı rögardan içeri düşer. Sonra içeride birikir. Bu rögarlardan sular aktıkça içeri giren çöpler de aralara konan mazgallarda birikmeye başlar. Bu birikme şiddetli yağmurda suyun akışını engellediği için su öncelikle kanalizasyonda daha yavaş akmaya başlar. Kanalizasyonun zaten bir çok yerde çok şiddetli yağmura uygun yapılmadığını zaten biliyoruz. Kanalizasyondan akamayan su rögarın kapağına kadar çıkar ve kanalizasyondan akamayan su yerden akmaya devam eder. Yüzeyde biriken su da sele neden olur.

Toprağın suyu çekme özelliğinin olduğunu biliyoruz. Yağan yağmurun bir kısmının da toprak tarafından emildiği öngörülür. Tabii bu toprağın olduğu yerler için geçerli. En son bir araştırmaya göre İstanbul'da halkın kullanabildiği yeşil alanların (park ve bahçeler yani) toplam alana oranı %1,5 seviyelerinde çıkmıştı (kaynak: http://www.sunipeyk.com/sehirlerin-yesil-alan-oranlari/ ) Bunun anlamı yağmuru çekebilecek toprağımızın İstanbul özelinde çok az olduğudur. Tabii toprak yerine her taraf betonlaşınca, betonlaşmaya devam edince, su da olmayan toprak tarafından emilmek yerine olan beton üstünde akınca yüzeyde biriken suyun oranı daha da fazla olur. Aşağıdaki uydu görüntülerinde ne demek istediğim daha açık görülüyor.

 Fotoğraf 2
Hükümet tarafından deprem vergisi olarak alınan, depreme karşı önlemler için kullanılması öngörülen vergilerin duble yollara harcandığını hükümetin açıklamalarından biliyoruz. Bu duble yolların depreme karşı herhangi bir faydasının olmadığını da tabii ki. Kentsel dönüşüm yasasından sonra, bu kapsamda birçok bina sahipleri tarafından müteahhitlere daire başına belli bir ücret de verilerek yıktırılıp yeniden yaptırılıyor. Bu binalar eskiden 4 kat ise şimdi 5 ya da 6 kat olarak tekrar inşaa ediliyor. En basit hesapla ve sadece 1 kat fazla çıktığı hesaplandığında bile bunun o binanın nüfusunu %25 oranında artırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz sanırım. Tüm binalar tabii ki yıkılmıyor ama mesela benim oturduğum sokakta karşımdaki, sağımdaki ve yolun hemen karşısındaki binalar bu kapsamda yıkılıp yeniden yapıldı/yapılıyor. Sokaktaki yaklaşık 30 binadan 6'sı bu şekilde yenilendi. Diğerleri de sırada. En düşük oranları bile alsak bunun anlamı oturduğum alanda nüfusun %10dan fazla artabileceğini gösteriyor. Yol ve altyapı konusunda herhangi bir çalışma yok tabii.

Bir de eski Ali Sami Yen Stadyumu'nun bulunduğu alan ve buraya yapılan yeni binaları düşünelim. Bu binalarda binlerce insan oturacak/çalışacak. Halbuki eskiden sadece maç zamanları trafik yoğunlaşırdı. Şimdi sürekli yoğun olacak. Önündeki yolda herhangi bir değişiklik yok tabii.

Bu liste daha da uzar gider. Sonuçta ortadaki rant milyarlarca lira olduğu için kimse de (en başta da yerel idareler ile devlet/hükümet) yapılanlara karşı çıkmıyor. Her şiddetli yağmurda ortalığı sel götürmeye devam ettiği için biz de sadece her sel zamanı bağırıp çağırmaya, onun dışında kalan zamanlarda susmaya devam ediyoruz. Demem o ki, alan memnun, satan memnun. Olan sana bana oluyor ve olmaya da devam edecek. Bir şekilde dur demedikçe buna..

Son birşey: Doğal afet denen şey tabii ki var ve global ısınmadan dolayı oluşma sıklığı her geçen sene daha da artıyor. Yalnız bizdekinin nedeni her seferinde doğal afet değil. Sunni afetler bizde daha fazla..

Fotoğraf1: http://i.ensonhaber.com/resimler/diger/siddetli-yagmur-sonrasi-uskudari-su-basti_6013.jpg
Fotoğraf2: http://www.mimdap.org/wp-content/uploads/31239.jpg

Tuesday 9 September 2014

Elektrik Faturalarını Azaltmanın Yolları

Elektrik faturaları konusunda arkadaşlarımla konuşunca birçok insanın tek başına yaşamasına rağmen 70-80 liranın üstünde, hatta bazılarının 100 liranın üstünde fatura geldiğini duymuştum. Bu kadar yüksek fatura aslında biraz dikkatle kolaylıkla azaltılabilir.

Elektrik ampullerini enerji tasarruflularla değiştirmeyi zaten birçoğumuz yapıyor. Yalnız bu konuda da dikkat etmemiz lazım. Cep telefonu gibi yüksek radyasyon yaydığı için özellikle başucu lambalarında, koltukların yakınındaki dikey abajurlarda falan çok tercih etmemek lazım. Malum, başucumuzda radyasyon bombası istemeyiz, değil mi? :)

Bunun dışında, şu telefon şarj aletlerinin adaptörleri var ya, sadece onların şarj adaptörleri yok. İnternet için kullandığımız modemlerin, bilgisayarların, TV'lerin, kablolu harici sabit disklerin, elektronik ev telefonlarının vb. hep şarj adaptörleri var. Bunların hepsi de, kapalı olsa dahi cihaz, normal çalıştığı zaman harcadığına yakın enerji harcıyorlar. En yeni nesil TV'ler kapalı durduklarındaki enerji ihtiyaçlarını 1W seviyesine getirdiler. Pratik anlamda günde 12 saat kapalı ise TV, aylık harcama 360Wh yapar ki bu ciddi anlamda düşük sayılabilecek bir kullanımdır. Her halükarda bunu ödememek için yapılması gereken şey TV'nin kapalı tutulduğunda kablosunun prizden çıkarılması tabii ki.

Beyaz eşyada enerji harcamasını, özellikle buzdolabı gibi ürünlerde, A sınıfından %60 daha az enerji harcayan ürünleri tercih ederek oldukça azaltabiliriz. Buzdolabı sürekli açık olan bir ürün olduğu için en çok enerji harcayan üründür evlerimizdeki. Burada yapacağımız tasarruf da aynı oranda önemli. Yalnız birkaç nokta daha var. Mesela çamaşır ve bulaşık makineleri en yüksek güce sahip eşyalarımızdan ve bunları tam kapasite doldurduğumuzda yapacağımız tasarruf hem su hem de enerji anlamında olacaktır. Beyazlar dışındaki çamaşırlar 30 derecede yıkandığında da ciddi enerji tasarrufu yapılabilir. Çünkü eskiden belki ama artık daha yüksek sıcaklık sadece iyi yıkamaya yaramadığı gibi çamaşırların ömrünü de kısaltıyor. Bulaşık makinesinde de çok ağır kirliler haricinde yüksek sıcaklığa ihtiyaç yoktur.

Pratik anlamda tüm elektrikli aletlerin prizden çıkarılması her zaman da uğraştırıcı olduğu için bunları taktığımız elektrik grup prizlerini aç-kapa butonlu olanlarla değiştirirsek akşamları bunları kapatırsak o aletlerin birkaçını tek bir butonla kapatmış oluruz.

Eğer halen daha bu yazıyı okuyorsanız 'Kim uğraşacak?' demeden bunları yapmanız gerekiyor. Bunu alışkanlık haline getirdiğinizde de hem elektrik hem de su faturalarımızda ciddi anlamda bir azalma görebiliriz. Benden söylemesi..

Son birşey: Enerji tasarrufu derken konforun azaltılması değildir mevzuu. Konforu koruyarak tasarrufun yapılmasıdır. İçinde bulunmadığımız odaların, mutfağın, banyonun lambası oradan çıkarken kapatırsak da ciddi anlamda tasarruf edebiliyoruz.

Resim: http://vizyon21yy.com/images/Egitim_Genl/Onemli_Gunler_Haftalar/E_T_H/04.jpg

Sunday 7 September 2014

Elektrikle İlgili Bilinmesi Gerekenler

Gün içinde birçok farklı zamanda farklı insanlardan benzer soruları duyduğum için bu yazıyı tamamen insanların ihtiyacı olan elektrikle alakalı konuları anlatmayı düşünüyorum..

Samsung şarj aletin var mı? :
      Samsung şarj aleti denen şey aslında micro USB kablo kullanan şarj aletidir. HTC, Samsung, LG, Huawei, Turkcell, Motorola gibi akıllı telefonların hemen hepsi aralarındaki anlaşmadan dolayı tek tip kablo kullanırlar. Bu yüzden micro USB şarj aleti, ya da Android telefon şarj aleti demek daha doğru olur.


Şarj Aletlerinin Parçaları Nedir?
            Şarj aletleri genel olarak iki parçadan oluşur. Biri kablosu, diğeri ise şarj adaptörüdür. Kablonun ucu telefona takıldığı için telefonun girişi ile uyumlu olması gerekmektedir. Burada da yeni çıkan Samsung S5 hariç iki tür vardır: iPhone'un şarj kabloları ile micro USB kablo. Fakat şarj adaptörü genel anlamda, cep telefonları için, standarttır. Elektrik girişleri 100-240V ve 50-60Hz olduğu için tüm dünyada rahatlıkla kullanılabilir. Tek ihtiyaç elektrik prizinin girişinin doğru olmasıdır.


Şarj adaptörlerinin girişi USB ile olduğundan, yukarıda anlattığım iki tür kablodan birini takmanız yeterli olacaktır. Peki piyasadaki bunca farklı adaptörün farkı nedir derseniz birbirlerinden iki fark ortaya çıkar: Birincisi üretim kalitesi. Bu yüzden her zaman orjinal ya da bilinen markaların adaptörlerini tavsiye ederim. İkincisi ise çıkış akımları. Genel anlamda 500-2100mA arasında değişir bu çıkış akımları. 'Output' diye yazan yerde yeni telefonlarda genelde 1800mA ya da 2000mA yazar. Telefonun pili 3000mAh ise 2000mA bunun anlamı en basit hesapla 3000mAh / 2000mA = 1,5h yani 1,5 saatte şarj edilebileceğidir. Tabii bu genelde pillerin yapısından da kaynaklandığı üzere 2 saate yakın sürer. Yeni adaptör alacağınız zaman çıkış akımının en az 1000mA olmasına dikkat etmenizi tavsiye ederim.


Not1: Micro USB Kablo için: http://www.buyapi.ca/wp-content/uploads/2014/02/musb.jpg
Not2: http://wikitravel.org/upload/shared//8/85/Plugs.png