Saturday 15 November 2014

Ceza Kültürü

Victor Hugo'nun Sefiller adlı romanını okuyan var mıdır? Sanırım birçoğunuz kısa versiyonlarını okumuştur çocukluğunuzda. Zorunlu okunması gereken kitaplar listesinde ilk sıralarda yer alıyor Sefiller. Benim de hayatta en sevdiğim romanlardan biridir. İçinde birçok roman barındıran.

Sefiller'in hikayesi sadece bir fırının camını kırarak ekmek çalmaya kalkan bir adamın hapse atılması, sonrasındaki süreçte hapisten kaçmaya çalışmaları yüzünden aldığı ceza artarak sonuçta hayatının 19 yılını burada geçiren bir insanın hapisten çıktıktan sonraki hikayesi anlatılır. Bu hikayenin temelinde ekmek çalmak için 5 yıl hapis cezası alması vardır. Ailesi aç kalmasın diye ekmek çalan bir insana verilen 5 yıllık hapis cezası adil midir? Tartışılabilir. Yalnız asıl gelmek istediğim nokta, buradaki cezanın Jean Valjean'ın niye ekmek çaldığını sorgulamak, bir daha çalmamasını sağlamak yerine ona ceza vermek olmasıdır.

Peki bir soru: Ceza niye vardır?

Bence cezalar caydırıcı olmak için vardır, olmalıdır. Örneğin park etmenin ücreti 1 lira iken park edip ücretini ödemeyene 150 lira ceza verilirse, hiç kimse park edip de ücretinden kaçmaya çalışmaz. Çünkü cezası çok ağırdır.

İş güvenliği konusunda bahsetmiştim bir önceki yazımda, nasıl cezalar verilmesi gerektiğini anlatmıştım. Bir işveren olarak, isterse ülkem ILO'nun iş güvenliği konusundaki kararlarını onaylamasın, kaza olması durumunda bu kaza bana alacağım önlemlerin maliyetinin 3-4 katına malolacaksa o durumda önlem almayı tercih etmeyebilirim. Çünkü, olaya birçok patronun baktığı gibi, finansal açıdan bakarsak, önlemler için hemen para vermem gerekirken kaza ne zaman olacağı belli olmadığı için önlemleri geciktirmek istatiksel olarak işime gelir. Çünkü o zaman ödeyeceğim parayı daha sonra ödeyebilirim. Fakat önlemin maliyeti 1 milyon, cezanın maliyeti 50, hatta 100 milyon seviyesinde olursa kimse onun riskine girmez, girmek istemez, girmeye cesaret edemez.

Köln'de bilet kontrolü nadiren, araç kalktıktan sonra yeleğini giyip biletleri kontrol eden görevliler tarafından yapıldığı için birçok insan biletsiz seyahat edebiliyor. Almanlardan pek yapan görmememe rağmen yabancılar çok yapıyordu. Normal bilet 2,15€ ve cezası da 40€ idi. Burada ceza çok aşırı yüksek olmayınca ben de '20 kere kurtulursam kontrolden, parayı çıkarmış olurum!' diye düşünerek sabah 9.00'dan önce başlayan derslere bilet almıyordum (benim aylık biletim sabah 9'dan itibaren geçerliydi çünkü) giderken. Birkaç sefer sonrasında yakalandım ve 40€'yu ödedim. Halbuki ceza 100€ seviyesinde olsaydı, o zaman çok daha dikkatli olurdum.

Dubai'de trafik cezaları ciddi anlamda çok yüksektir. Mesela kırmızı ışıkta geçmenin cezası $550 ile aracınızın iki hafta bağlanmasıdır. Emniyet şeridinden gitmenin cezası 6 ay hapistir. Emniyet şeridi derken ortalama 6 şeritlik, kimi yerde 10 şeride çıkan yolda ciddi yoğun trafik olduğuna defalarca şahit oldum. Çünkü aşırı sayıda fazla araç var memlekette. Emniyet şeridine giren bilmiyorum ama bizim yöneticilerden biri bir gün kırmızı ışıkta geçince ceza almış ve aracı da 2 hafta kilitlendiği için benim aracı almak istemişti. Aşırı hızda da aynı şey geçerli. Katlanarak artan ve ciddi anlamda caydırıcı cezalar vardı. Bu yüzden de hani yolda yol verme kültürü çok olmasa da trafik kurallarına uyma konusunda bizden çok daha ileridelerdi.

Demem o ki, cezaların yıkıcı değil yapıcı olmaları lazımdır. Ceza belirlenirken maksadın caydırıcılık olması gerekir, cezalandırmak değil. Ancak o zaman bazı şeyler oturur ve nispeten daha düzgün bir düzende yaşayabiliriz.

Friday 14 November 2014

İş Güvenliği Nasıl Temin Edilir?

Son birkaç gündür bu konu üzerine iyice düşünüyorum. En sonunda aklıma geldi: İş kazalarının, nedenleri soruşturulmasının dışında, TÜM maliyetinin iş kazası olan işletmeden tahsis edilmek üzere devlet tarafından yapılması. Diğer bir deyişle, herhangi bir yerde iş kazası olduğunda, sorumlulukla ilgili adli süreç işlemekle birlikte, kazayla ilgili tüm çalışmaları devletin kurumları yapsın ve bu çalışmaların maliyetleri de firmadan kesilsin. Hem de misliyle.

Birkaç aşaması var konunun. Öncelikle ailelere kayıplarından dolayı verilecek tazminat en az 7 basamaklı bir ücret olsun. 11 sene önce Köln'de gönüllü çalışmaya giderken AB Komisyonu tarafından bana yapılan sigortanın detaylarını halen daha hatırlıyorum. Can kaybı ya da kalıcı sakatlık durumunda ödenecek tazminat 5.000.000 € idi. Yanlış duymadınız. İnsan hayatının her ne kadar parasal karşılığı olmasa da birçok aile için böyle bir tazminat işverenlerin iş güvenliğini bir nebze olsun daha dikkate almalarını sağlayabilirdi. Ufak bir örnek: Soma'daki madende hayatını kaybeden tüm işçilerin aileleri çeşitli davalar açmışlar hem işveren, hem de bakanlıklar aleyhinde. Ödenecek öngörülen tutar 200-350 milyon lira arasında. Dediğim gibi olursa ise tek kalemde toplamda 1,5 milyar avro tazminat demek bu. Rakamla da 1.505.000.000 €. Tabii kurtarma çalışmalarının maliyeti ile diğer açılacak davalar bunun dışında. Bu kadarlık tazminatın pratik anlamı ise holdingin iş cinayetinde hayatını kaybedenlerin yakınlarına devredilmesi denebilir.

En büyük denen firmayı dahi derinden sarsabilecek bir miktar bu. Bizimkilerin de zaten iş güvenliğinden ziyade hızlı çalışmayı destekleyip daha hızlı para kazanmaya çalışmalarının önüne geçebilecek belki de tek çare.

İş güvenliği en başta mantalite meselesidir. Bu işin fıtratında var derseniz insan hayatına verdiğiniz değer orada anlaşılır zaten. İşverenlerin iş güvenliğini önemsemesinin ise tek yolu maddi olarak maliyetini önlerine çıkarmanız olacaktır.

Ceza vermenin amacı kişiyi/kurumu cezalandırmak olduğu sürece bir yere varamayız. Ceza o işin olmasının önüne geçebilecekse, candırıcı olabilecekse, o zaman cezadır diyebiliriz. Mesela Dubai'de emniyet şeridine girmenin cezası 6 ay hapistir. Kırmızı ışıkta geçmenin cezası ise $550 (1232TL) para cezası ile 15 gün araç kilitleme. Yani parayı verip bir de 15 gün aracınızı kullanamıyorsunuz. Böyle olunca da kimse ne kırmızı ışıkta geçiyor, ne de emniyet şeridini kullanıyor. Olay bu kadar basit gerçekten de.

Yalnız bir noktayı atlamışım: İş güvenliğinin işçi ayağını. Önlemlerin alınması, gereken kontrollerin zamanında, aksatılmadan yapılması gibi sorumluluklar işveren aracılığıyla yöneticilere, mühendislere verilir. Fakat işin bir de uygulayıcı, yani işçi ayağı vardır. Burada da bence katı olması gereken işveren ve işçilerin başlarındaki yöneticilerdir. Eğer ki işçi kendi hayatı için olan iş güvenliğini umursamıyorsa çalışmaya da hakkı yoktur çünkü. Mesela inşaatta kalıp üzerinde çalışırken düşme potansiyeli olan yerde emniyet kemerini takmıyorsa işçi, en fazla bir kere uyarılıp ikincide hiçbir hakkı verilmeden işten atılmalıdır. İnşaatın içinde olduğumdan biliyorum, birçok defa işçiler güvenlik önlemlerini almadan çalıştıkları için kaza geçirdiler. Hatta bir keresinde bir sıvacının, defalarca uyarılmasına rağmen dinlememesi ve yöneticilerinin de umursamamasından dolayı öldüğünü biliyorum, iskeleden düşerek. Ya da mühendisin iş güvenliği ayakkabısı giymeden iskeleye çıkıp yürüdüğü sırada ayağına çivi battığını ve şansa kendini geriye atarak kurtulduğunu.. İkisinin de iş güvenliğini umursamadığından dolayı iş akdinin tazminatsız olarak feshedilmesi iş güvenliğinin uygulayıcı ayağını tamamlaması konusunda önemlidir. Böylece herkes çok daha dikkatli olup ona göre çalışabilir.