Friday 30 May 2014

Kurak Bir Yaz İstanbul'u Bekliyor!

Evet, kurak, oldukça kurak bir yaz bekliyor bizi. 3 aylık su kalmış deniyor barajlarda. Hükümet ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul'u susuz bırakmayacaklarını iddia ediyor. Barajlar aksini söylüyor. Peki ne olacak gerçekten de bu yaz? Susuz kalacağız. Hem de ciddi anlamda susuz.

Çözüm var mı?

Elbette var. Bu çözümlere ulaşmak için öyle alim olmak da gerekmiyor. Öncelikle su konusunda ciddi anlamda niye sıkıntı yaşayacağımızdan biraz bahsedeyim. Su, özellikle sıcak havada, sürekli buharlaşır. Bu buharlaşma tamamen bu yazın kurak geçeceği uzun zamandır söyleniyor ve kurak havalarda hava sıcaklığı da arttığı için daha fazla buharlaşma olacak. Yani iddia edilen gibi 3 aylık değil belki de 2 aylık civarı su var rezervlerimizde. 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde su konusunda da ciddi anlamda oldukça kötü durumda olduğumuzu belirtmem gerekiyor.

Su konusunda oldukça bonkör bir milletiz. Müthiş derecede rahat harcıyoruz suyu. Elimizi yıkarken dahi suyu sonuna kadar açıyoruz. Böyle olunca da haddinden fazla su kullanmış oluyoruz. Diğer yandan da yeşili sürekli katledip yerini imara açıyoruz. Yağmur orman olan, yeşil olan yere yağar. Çöle değil. Bir yerde ne kadar çok ağaç varsa o kadar çok yağmur düşer. Bu daha ilkokul fen bilgisi konusu. Bunu bilmemek imkansız olmasına rağmen yine de ağaçlar insanlara yeni yerleşim yeri açmak adına kesiliyor.

Bir de tabii İstanbul'un cazibe merkezi olmaktan çıkarılmaması, sürekli yeni yerleşim alanları ve rant sayesinde cazip tutulması var. Böyle olunca 4-5 yılda bir milyon civarı artıyor nüfusu bu megakentin. Altyapı orantılı olmadığı için de bugün bir olan derdimiz yarın çözülemeden iki oluyor.


Bu kadar tespitten sonra biraz da çözüme bakalım:

1- Diş fırçalarken daha az su harcamak,
2- Ellerimizi sabunlarken suyu kapatıp, durularken tekrar açmak (kim uğraşacak dediğinizi duyar gibiyim ama gerekiyor),
3- Duş alırken daha kısa zaman harcamak,
4- Çamaşır ve bulaşık makinelerini tamamen dolmadan açmamak,
5- Sokağı sulamaktan (aşırı derecede fazla toz yoksa tabii ki) vazgeçmek,
6- Arabalarımızı elde yıkmaya verip daha az su harcanmasını sağlamak,
7- İstanbul'da bizi gerçekten de çeken çok önemli nedenler yoksa biraz da Anadolu'ya, memlekete gidip orada yaşamak. Özellikle de yazın.

Bu liste daha çok uzayıp gider. Çok zor değil bunları yapmak da. Sadece biraz bilinç lazım. Bir de yapmak için istek. Sonuçta kuraklık olunca bunun sıkıntısını yaşayacak olan da yine bizler olacağız. Neden elimizden gelen çok basit şeyler varken yapmayalım ki? 

Yeni Soma Olmasın! Peki Ne Yapmalı?

5-6 sene önceydi. Şantiyede çalışırken haber geldi, diğer şantiyemizin kapatıldığı haberi. Öğrendik ki bir işçi, sıvacı, sıva yaparken 2. kattan düşüp hayatını kaybetmiş. Çok üzüldüm gerçekten de. Sonradan  öğrendiğim kadarıyla bu sıvacı işçi kendisine defalarca yapılan uyarılara aldırmadan, 'Bana birşey olmaz!', 'Emniyet kemeri ile çalışamıyorum!' diyerek kemer takmayı reddediyormuş. Emniyet kemeri olsa, hayatı kurtulacaktı halbuki. Yazılan cezalar da hep proje müdüründen geri dönüyormuş. Gerekçe 'Adam çok iyi sıvacı ve işini de iyi yapıyor. Bırakın istemiyorsa takmasın!' Durum böyle olunca İSG sorumlusunun elinden de çok fazla birşey gelmiyor. Sahadan uzaklaştırmalarına rağmen adam bir şekilde gelip devam ediyor işine her gün. Sonuç: 2. katta düşüp ölüyor ve iki çocuğu ve eşi perişan vaziyette kalıyor. Suç kimde burada? İşçi suçlu diye düşünmeyin. Evet suçlu ama tek suçlu değil. O işçi sahadan uzaklaştırılsa, hatta işsiz bırakılıp memleketine geri gönderilse parası olmasa da hayatı olurdu. Bence asıl suçlu o cezaların verilmesini engelleyen proje müdüründe.Maksat sadece iş yürüsün, ilerlesin bir şekilde olunca, insan hayatının da bir değeri kalmıyor bunların yanında.

Gelelim konumuza: Kesinlikle yeni Soma olmasını istemiyorum. Hiç kimsenin de istediğini sanmıyorum. Yalnız istememekle gereğini yapmak arasında, konu Türkiye'deki uygulamalar olunca, dağlar kadar fark olabiliyor. Milyonda bir, hatta o kadar değil de binde bir ihtimali olan bir kaza için bile sürekli önlem almak demek işverenlerin gözünde bunun için ayırması gereken bütçe kadar değerlidir ne yazık ki. Pek çok işveren için İSG giderleri tamamen fazladan harcanan para olarak görülüyor. Devlet de büyümeye çalışan çocuk misali ''Büyüyelim de, neye malolursa olsun!'' mantığıyla hareket ediyor. En tepedekiler böyle hareket edince de daha Soma'nın acısı çok tazeyken o ünlü Ağaoğlu'nun 1453 projesinde, hem de İstanbul'un fethinin yıldönümünde, 2 işçi iş kazası sonucu hayatlarını kaybetti.

Sorunlar, sorunlar, sorunlar. Peki çözüm? Çözüm var aslında. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Alo 170 hattı var. Özellikle mobbing konusunda şikayet noktası burası. Yalnız iş güvenliği konusunda da şikayetleri iletip kontrol ettirebiliyorsunuz. Kötü yanı sizin şecerenizin kontrol edilmesi ve bilgi olarak istenmesi. Bununla ilgili çalışıyorum. Şikayet eden kişinin kimliğinin gizli kalabileceği bir sistem getirilmeli. Aksi takdirde kendi işyerinizi şikayet ettiğinizde bu şikayet size işten atılma olarak geri dönebilir. Çünkü şikayeti yaptığınızda öncelikle şikayet edilen yeri/kurumu değil, sizi soruşturan bir sistem var. Buna karşılık ise çözüm kendi işyerimizde olan iş güvenliğiyle ilgili sorunları arkadaşlarımıza iletip onların bu sorunları şikayet etmesini sağlamak. Bunun ciddi anlamda önemsenmesi ve "Kimi kime şikayet ediyorsun?", "Zaten birşey değişmeyecek ki!" diye bir yaklaşıma girilmeden takip edilmesi şart. Bu şekilde Çok fazla şikayet gittiğinde, ki bu aramaların hepsi kayıtlıdır, gözardı edilemez duruma gelecek.

Burada önemli olan bizim yaşam hakkımıza sahip çıkmamız herşeyden önce. Biz yaşam hakkımıza, güvenli koşullarda çalışma hakkımıza sahip çıktığımız sürece işveren de kendi üstüne düşen görevi yerine getirecek ve böylece işler güvenli bir şekilde yapılabilecek.